20 Şubat 2018 Salı

Olimpos ve Asgard - Bölüm 6





"Atlas!"

Diye bağırdı Zeus, gökyüzünün üstlerine düştüğünü fark ettiği anda. Herkes telaş içinde sağa sola kaçmaya çalışıp, çığlıklar atarken Perseus ve ailesi yaşananlara bir anlam vermeye çalışıyordu. En küçük oğul Sthenelos ağlayarak babası Perseus'a sarıldı.

"Baba, neler oluyor?" Perseus soluna döndüğünde Zeus orada değildi.





"Zeus, neler oluyor?" diye bağırdı Hera.

"Aşağıda neler oluyor öyle?"

"Gökyüzü neden düşüyor?"

"Kim yaptı bunu?"

"Atlas nerede?"

"Kapayın çenenizi!" diye bağırdı en sonunda Zeus. Hades'e baktı, birbirlerine tek kelime etmeden yan yana geldiler. "Keşke Poseidon da olsaydı." dedi Hades. "Poseidon'u bekleyemeyiz. Athena, Hera! Buraya gelin." Şimdi dördü yan yana durmuş düşmekte olan gökyüzüne bakıyorlardı. Zeus sol elini Hera'nın omzuna koydu, sağ elinde ise yıldırımı belirdi; Hades ise sağ elini Athena'nın omzuna koydu ve sol eline de Bident'ini aldı. Athena'nın kalkanı, Hera'nın hilal şeklindeki tacı parlamaya başladı. Zeus ve Hades silahlarını gökyüzüne doğrulttu ve bu dörtlüden gökyüzüne gözleri kör eden bir ışık ulaştı.

-----------------------------


"Atlas'ın öldüğüne inanamıyorum." dedi Epimetheus, gözlerindeki iki damla yaşı silerken. "Bence sen de biraz üzülmelisin, o bizim kardeşimizdi."

Yine aynı kayanın üstünde oturmuş, şehri izliyorlardı. Çevrelerindeki telaş, yerini sorulara bırakmıştı. İnsanlar kalabalık kümeler halinde toplanıp neler olduğu konusunda tahminler yürütüyorlardı. Bazı evlerden dumanlar yükseliyor, birkaç insan ise izdihamda ölenlerin cesetlerini yakıyordu.

"Ağlamıyor olmam üzülmediğim anlamına gelmez Epimetheus." Prometheus'un sesi soğuktu, gözünü hiç kırpmıyor, bakışlarıyla ufuktaki belli bir noktayı izliyordu. "Sadece anlam vermeye çalışıyorum. Neden olduğunu, nasıl olduğunu, kim tarafından gerçekleştirildiğini düşünüyorum."

"Kesin Zeus yapmıştır."

"Böyle bir şey yapmaz. En azından elinde geçerli bir sebep olmadan yapmaz. Gökyüzünü omuzlarında taşımak Atlas'ın cezasıydı. Zeus cezalandırdığı hiçbir varlığı öldürmez."

"Peki kim yaptı?"

Prometheus gözlerini kırptı ve bakışlarını saatlerdir izlediği ufuktan ayırdı. Çevresine baktı, sanki her şeyin farkına yeni varıyor gibiydi. Sol tarafına döndü, Epimetheus'un bir metre arkasında duran yırtık kıyafetleri, incecik vücudu, hastalıklı yüzü ve boş bakışlarıyla onları izleyen evsiz kadını fark etti.

"Siz tanrı mısınız?" dedi kadın, konuşmakta oldukça zorlanıyordu.

Prometheus ve Epimetheus birbirlerine baktılar.

"Senin bildiğin tanrılardan değiliz." dedi Prometheus.

"O zaman sizden bir zarar gelmez."

İki kardeş tekrar birbirlerine baktı.


-----------------------------

Athena ve Hera yerde uzanmakta, Hades ise ellerini dizlerine yaslayıp eğilmiş bir şekilde ayakta durmaktaydı. Işığın son parıltıları Zeus'un yıldırımıyla gökyüzüne ulaştı ve her şey bittiğinde tanrıların tanrısı kendinden emin adımlarla tahtına doğru yürüdü. Yolun yarısında aldığı ani bir kararla arkasına döndü ve bakışları Olimposlular'a yöneldi. Mavi gözlerini tek tek bütün tanrı ve tanrıçaların yüzünde gezdirdi.

"Herakles nerede?"

Tanrı ve tanrıçalar da gözleriyle etrafı aramaya başladı.

"Dünya'da değil mi?" dedi Dionysos şarabından büyükçe bir yudum alırken. 



"Onun varlığını hissetmiyorum." Hera yerden kalkmak için kendini zorluyordu.

"Ben hissediyorum ama çok uzaktaymış gibi. Orada olup olmadığı belli bile değil... Nereden geldiği bilinmeyen bir his gibi." dedi Zeus.

"Herakles'in yaptığını mı düşünüyorsun?" diye sordu Apollon.

Zeus yavaş adımlarla tapınağın açıklığına doğru yürüdü ve gözlerini yeryüzüne dikip, tok sesiyle cevap verdi:

"Nedense Atlas'ın ölümünün tamamen Herakles'le alakalı olduğunu hissediyorum." Biraz durakladı, kaşlarını çattı ve aniden arkasına döndü. Tahtına doğru yürürken bağırdı:

"Bana Achilles ve Perseus'u getirin."

-----------------------------

Prometheus ve Epimetheus'un bakışları eşliğinde tabağındaki yemeğin kırıntılarını toplayıp yedi. Tabağı yaladı ve masanın üstüne koydu. Bardağındaki şarabı tek dikişte bitirdi.

"Nasıl hissediyorsun?" diye sordu Önceden Bilen.

"Hayatımda hiç olmadığım kadar iyi. Teşekkür ederim.", biraz durakladı, "Yanılmamışım."

"Seni neden daha önce buralarda görmedim?" diye sordu Epimetheus. "Ben bu şehirde yaşayan herkesi tanırım."

"Ben buralı değilim. Adım Ceres, Batı Toprakları'ndan geliyorum."

"Peki burada ne işin var?" dedi Prometheus.

"Tanrıları bulmaya geldim."

"Neden?"

"Bir insan neden tanrıları bulmak istemesin ki?"

Prometheus gözlerini kısıp Ceres'i izledi. "Karşında iki tane tanrı oturuyor. Ben P..."

"Prometheus'sun. Biliyorum, beni sen yarattın. Sen de Epimetheus. Ancak benim sorularıma siz cevap veremezsiniz."

"Sen yine de şansını dene." dedi Epimetheus ve arkasına yaslanarak oturduğu koltukta hareketlenip öne doğru eğildi.

"Neden Dünya'da bunca açlık var? Neden bu kadar kan dökülüyor?"

İki tanrının da vücudu dikleşti, tüyleri ürperdi.

"Sizin bizi korumanız, dualarımızın cevabı olmanız gerekmiyor muydu?" Kendine hakim olamadı ve ağlamaya başladı. "Düşman askerleri tarafından öldürülen küçük kardeşimin ne suçu vardı?"

Prometheus yumruğunu sıkıyordu. O sırada hiç kimse evin camına tünemiş kuzgunu fark etmemişti.

-----------------------------


"O kadar savaşa katıl, hakkında onlarca kahramanlık şarkısı söylensin, sonra gel nohut beyinli bir kas yığınını Dünya'nın dört bir yanında ara."

Achilles kendisine verilen görevden mutsuzdu. Zeus'un verdiği direktifler sonucunda girdikleri ormanda yürürken bir yandan kılıcıyla birbirine dolanmış sarmaşıkları kesip kendisine yol açıyor, diğer yandan da söylenip duruyordu.

"Koskoca Zeus'un oğlu çamurların içinde sürünüyor ve sıçtığımının sineklerinden kurtulmaya çalışıyor." O sırada boynundaki kanı emmekte olan sineği eliyle vurarak öldürdü. "Konuşsana be adam! Biraz isyan et."


"Zeus'un oğlu olmam bir şey ifade etmiyor Achilles. Sadece onun verdiği emirleri yerine getirmekle yükümlüyüz. Hem sen ikimiz için de yeteri kadar söyleniyorsun."


"Önemli birisini aramaya çıksak tamam da bulmaya çalıştığımız kişi Herakles. Elindeki parmağın sayısını bile bilmez o daha. Tek bildiği şey dövüşmek."


"Hepimiz biliyoruz ki Herakles ne kadar güçlü olursa olsun Atlas gibi bir titanı öldürebilecek güce sahip değil."

"O zaman niye onu bulmaya çalışıyoruz Perseus?"

"Direkt olarak Atlas'ı öldürmüş olamaz ama; Zeus bu cinayetin içinde bir payı olduğundan gayet emin. Tahtında oturup bize direktif verirken sesinin tonunu sen de duydun."

"Her şeyi anlıyorum da, bunlara rağmen sırf Herakles için bu kadar zahmete girmek kanıma dokunuyor."

"Herakles'in bu halde olmasının tek sebebi Hera. Onun büyüleri Herakles'i delirtti."

"Artık sizin aile ilişkilerinizi bilemeyeceğim Perseus. Kardeşlerinin sayısını ve başlarına gelenleri ezberde tutmak oldukça güç."

"Komikliğin üstünde."

"Eh, beni bilirsin. Yakışıklılığımın yanında savaşçı ve espritüel bir kişiliğe de sahibim." Hala önlerindeki sarmaşıkları kesip yol açmaya çalışırken arkasına dönüp Perseus'a göz kırptı. "Sence baban neden bizi gönderdi?"

"Ne demek istiyorsun?"

"Onca tanrı, tanrıça, yarı tanrı, çeyrek tanrı varken; neden sadece ikimiz?"

"Sanırım bir tek bize güveniyor."

"Bu iyi bir şey mi, kötü bir şey mi bilemedim."

En sonunda bataklıktan, sarmaşıklardan ve böceklerden kurtulup sağlam toprağa ayak bastılar. Achilles kılıcını temizledi, Perseus üstünü silkeledi.

"Şu bizim koca kafayı nasıl bulacaktık, bir daha söylesene."

Perseus cebinden gümüş renkli bir tılsım çıkardı. "Herakles'e yaklaştıkça bu tılsım parlayacak ancak; hangi yöne ne kadar mesafe gideceğimize dair hiçbir fikrim yok."

"Burada ayakta dikilmenin bize bir fayda sağlamayacağı açık. Yürüyelim madem, önden buyur Perseus."

-----------------------------

"Biliyorsun, o haklı."

Prometheus ateşin başında oturmuş, elindeki sopayla yanmakta olan odunları dürtüyordu. "Biliyorum," durakladı, "ama ben o sıralarda cezadaydım."

"Benim onları korumam, senin yerine bakmam gerekirdi." Epimetheus'un sesi titriyordu.

Prometheus yanan odunları dürtmeye devam etti ve başını kaldırmadan, "Kendine işkence etmen beyhude Epimetheus, yapabileceğin bir şey yoktu."

"Asıl sen bana işkence ediyorsun!" Ayağa kalktı; kardeşinin yakasından tutup, havaya kaldırdı. "Neden geldiğinden beri sürekli bana hoş görülü davranıyorsun? Neden seni kurtarmaya çalışmadığım, yarattığımız canlıları koruyup kollamadığım için bana kızmıyorsun? Neden hatalarımı yüzüme vurmuyorsun?"


Epimetheus kendini daha fazla tutamadı. Ellerini kardeşinin üzerinden çekti, ateşin yanına çöktü ve dizlerini göğsüne çekerek ağlamaya başladı.

Prometheus bir süre ayakta durup sadece kardeşini izlemekle yetindi. Sakin adımlarla yanına yürüdü ve onun baktığı yöne sırtını dönüp yanına oturdu. Sol elini, Epimetheus'un sol omzuna koydu.

"Pişmanlıklara, kaybedilenlerin özlemine, yitip gidenlerin anılarına bağlanmak ilerlememizi yavaşlatır. Olan oldu demekten başka çaremiz yok. Önemli olan bundan sonra neler yapacağımız."

"Keşke ben de senin gibi olabilsem ama; ne sözlerine, ne de bu soğukkanlılığına hiçbir anlam veremiyorum."

"Olimpos'a yaklaşmakta olan bir şey var Epimetheus. Ne olduğunu, ne zaman olacağını bilmiyorum. Sen ve ben bunu en ön sıralardan izleyeceğiz, her şey bittiğinde dünyamız artık eskisi gibi olmayacak."

Epimetheus kafasını kardeşinden öte yana çevirmeden, ellerinin tersiyle gözyaşlarını sildi. "Ne demek bu?"

"İnan kardeşim, ben de bilmiyorum. Sanırım günü geldiğinde hep beraber anlayacağız."

O sırada bir kuzgun evlerinden uçarak uzaklaştı, Ceres'in evin içinde gezdiğini gördüler ancak; üstünde durmadan kafalarını çevirdikleri yöndeki manzaralarını izlemeye devam ettiler.

-----------------------------

Hades önünde zincirlenmiş şekilde tutsak edilmiş perişan titanları; Phoebe, Themis, Theia ve Mnemosyne'yi izliyordu. Gözleri kısıktı, geçmiş anıların sesleri zihninde çalkalanıp duruyordu. Arkasındaki parıltıyı hissedince Bident'ini saldırı pozisyonuna getirip o tarafa döndü.


Gelenin Ares olduğunu görünce silahını indirdi ve titanları izlemeye devam etti. Savaş tanrısı sakin adımlarla amcasının yanına doğru ilerledi.


"Bana kesin bir şey söyle. Ne zaman başlıyoruz?"


Hades gözlerini titanların üzerinden ayırmadı.


-----------------------------

Achilles çömelmiş bir halde bekliyordu. Derin bir nefes aldı, parmaklarını kılıcının kabzasında nazikçe gezdirdi. Çok geçmeden çalıların içinden bir gürültü gelmeye başladı, Achilles kımıldamıyordu. Derin bir nefes daha aldı, kılıcını çekti. Gürültü gittikçe yaklaşmaktaydı. Sakince ayağa kalktı, kılıcını kaldırdı. Emin olduğu anda kılıcını savurdu ve çalıların içinden çıkan yaban domuzunun kafası havalandı. Artık kafası olmayan dört bacaklı iri vücut bir süre daha koşmaya başladı ve sekiz on adım attıktan sonra aniden yere düştü.

"Bravo Perseus, hayvan kovalamakta üstüne yok." dedi çalıların içinden nefes nefese çıkan yarı-tanrıya.


"Daha ne kadar yolumuz var acaba?" diye sordu Achilles, ağzıyla domuzun butundan büyük bir parça kopartarak.

"Bilemiyorum. Tılsımda hiçbir değişiklik yok. Yarın kuzey yönünde ilerleyelim biraz."

"Ah lanet olası Herakles."



"Hey Achilles, uyan!" Perseus horul horul uyuyan yoldaşını dürtüyordu. "Uyansana!" Kılıcının kabzasıyla sert bir darbe indirdi.

"Ah! Neler oluyor?"

Ancak uyandıktan sonra yerin sarsıldığını fark etti.

"Bu da ne?"

"Büyük bir şey bize doğru gelmekte." dedi Perseus.

Yerin sarsılma şiddeti gittikçe artıyor, büyük ve sert adımlar gittikçe yaklaşıyordu. İkili, silahlarını çekti.

"Birden fazlalar. Sayımız çok az." 



"Korktun mu Perseus? Galip gelen biz olacağız, bana güven."

Yer bir garip sarsılmaya başladı, devler koşmaya başlamış gibiydi. Perseus ve Achilles ellerinde kılıçlarıyla gelecek olan ilk şeye anında saldırmaya hazırdı. Ormanın ortasında kurdukları kampın ateşi hala yanmaktaydı.

"Bunlar kikloplar, kafasını görebiliyorum." Bütün ağaçlar sarsılıyordu. "Her taraftan geliyorlar." dedi Perseus.

"Tamam, belki bu biraz sorun yaratabilir."

Hemen önlerindeki ağaç havaya uçtu ve tek gözlü, korkunç bir surat bağırarak ortaya çıktı. Achilles tam saldırmaya hazırlanıyordu ki devin üstünde birisinin durduğunu fark etti. Bu Poseidon'du.

Poseidon tek gözlü devin kafasında durmuş, aşağıda silahlarını çekmiş hazır bekleyen ikiliyi süzüyordu.

"Selam baylar, niye bu kadar gerginsiniz?"

-----------------------------

Prometheus kapının vurulmasıyla uyandı. Yatağından kalktı, yavaş adımlarla kapıya ilerledi. Kapıyı açtığında gelenin Athena olduğunu gördü.

"Athena." İkisi de birbirlerine sarılmak için kollarını kaldırdı ancak vazgeçtiler ve gülümsemekle yetindiler. "Çok uzun zaman oldu."

"Evet Prometheus, çok çok uzun bir zaman..."

"Lütfen, içeri geç."

"Hoş geldin Athena." dedi içerideki odalardan birinden çıkan Epimetheus. Athena ona gülümsedi, Prometheus bardaklara şarap doldururken Sonradan Öğrenen, konuşmasına devam etti. "Biliyor musun kardeşim, Athena sürekli ziyarete geliyordu. Sen, bilirsin, şeydeyken..."

Athena yüzünü yere eğip güldü.

"Teşekkür ederim." dedi Prometheus, gözlerini ondan ayırmadan. Athena başını kaldırmadı.

"Nasılsın?" diye sordu bilge tanrıça.

"İyiyim, yeniden doğmuş gibiyim."

Bir süre hiç kimse konuşmadı, çok geçmeden Epimetheus tanrı ve tanrıçayı baş başa bırakmak için dışarı çıktı.

"Olimpos'ta neler oluyor Athena? Atlas'ın ölümü ne anlama geliyor?"

"Biz de bilmiyoruz. Babam; kardeşim Perseus'u ve kahraman Achilles'i Herakles'i bulmaya gönderdi."

"Neden? Herakles nerede ki?"

"Ortalıkta yok, kimse bulamıyor. Ya Atlas'ın ölümünden sorumlu, ya da Atlas'ın ölümünde kullanılmış bir araç. Ne olursa olsun Atlas'ın katlini ortaya çıkarmak için ona ihtiyacımız var."

"Herakles'in benimle yaptığı son konuşmayı hatırlıyorum. Zeus'a komplo kurmayı düşünüyor gibiydi, kuzey topraklarından falan bahsetti."

"Ne diyorsun sen Prometheus? Ne komplosu? Herakles ince planlar yapabilecek birisi değil."

"Bilemiyorum Athena... Bir şeyler oluyor, öğrenmemiz yakındır diye düşünüyorum."

"Senin hislerine güvenirim." Elini, Önceden Bilen'in eliyle birleştirdi. "Olimpos'a ne zaman döneceksin?"

Prometheus başını eğdi. "Kendimi hazır hissettiğim zaman." Tanrıçaya gülümsedi.

İkisi de Ceres'in kulak misafirliği yaptığını fark etmemişti.

-----------------------------


"Amca, burada ne arıyorsun?" dedi Perseus. Şimdi Poseidon ve Achilles ateşin başında oturuyorlardı. Çevrelerindeki tek gözlü devler birbirlerine ağaç fırlatıp oyun oynuyorlardı. Üçlü, kafalarının biraz üstünden geçen ağaçtan son anda eğilerek kurtuldu.

"Dikkat edin biraz gerizekalılar!" diyerek gürledi Poseidon. Tanrının bağrışı üzerine kikloplar oyunlarını bırakıp oturdular. Kısa süreli bir yer sarsıntısının ardından Poseidon yeğenine döndü, "Babanın emriyle Gorgos'u kontrol etmeye gitmiştim, geri dönerken sizin yanınıza gelmemi emretti."

"Gorgos'u niye kontrol etmeye gittin?" diye sordu Achilles.

"Zeus, onun tehlikeli olabileceğini düşünüyordu."

"Tehlikeli miymiş peki?"

"Artık değil. Çünkü onu öldürdüm." Achilles ve Perseus birbirlerine baktılar. "Tabi, işe yarar bir çözüm." dedi Perseus.

"Neyse, kesin gevezeliği. Herakles'in nerede olduğunu biliyorum."

"Nerede?"

"Buralarda. Tam olarak olmasa da..."

"Nasıl yani?"

"Büyüyle oluşturulmuş bir yerde. Güçlü bir büyü."

"Peki nasıl bulacağız?"

"Büyü ile."

Achilles ve Perseus tekrar birbirlerine baktılar.



"Nasıl olacak bir daha anlatır mısın?" dedi Perseus.

"Tılsım biraz parladığı zaman Kirke'nin verdiği bu büyüyü kullanacağız." Poseidon'un elinde iksire benzer bir şey belirdi. "Böylece hem doğru yolu, hem de Herakles'in bulunduğu yeri görebileceğiz."

"Yani yürümeye devam." dedi Achilles huysuzca.

"Artık söylenmeyi bırak Achilles, devlerin üzerinde yolculuk yapıyorsun. Birazdan tılsım parlamaya başlar." Perseus bir yandan elindeki tılsıma, diğer yandan tek gözlü devin omzunda oturduğu yerden çevresindeki manzaraya bakıyordu.

Çok geçmeden elindeki tılsım sönük bir ışıkla parladı. "Poseidon!" diyerek bağırdı ve tılsımı gösterdi. Denizlerin tanrısı elindeki iksirin kapağını açtı, içindeki sıvıyı havaya saçtı. Sıvı toz zerreciklerine dönüştü, ince bir çizgi halini aldı, havada asılı kaldı. Yavaşça uzadı, kalınlaşmaya başladı. Ufukta belli bir yöne doğru uzamaya devam etti. Çok çok uzaklarda durdu, durduğu yerde büyük bir parıltı oluştu.

"İşte bulduk." dedi Poseidon ve devlerin üstünde hedeflerine doğru ilerlediler.


Çizginin gösterdiği yolun sonuna geldiklerinde karşılarında tekin olmayan bir köşk fark ettiler. Köşk havada asılı duruyordu, saydamdı. Gökyüzü köşkün içinden geçip devam ediyor gibiydi.

"Hadi girelim." dedi Achilles.

İçeri girdiklerinde burasının kocaman bir zindan olduğunu gördüler. Etraflarında çiçek bahçeleri ve şelaler vardı. Her şeyin ortasında yer alan, bağırarak demir korkulukları yumruklayan Herakles'i fark ettiler. Bir kurdun mırıldanma sesini duydular. Sese doğru ilerleyince kurdun, yerde perişan halde yatan bir adamın yüzünü yaladığını gördüler. Kurt onları fark edince tehditkar bir şekilde döndü ve hırlamaya başladı.

Fenrir'in hırlaması üzerine, Loki neler olduğunu anlamak için kafasını kaldırdı ve davetsiz misafirlerini gördü. Hiçbir şey yapabilecek durumda değildi, parmağını şıklattı ve oğlu Fenrir'le beraber yok oldular. Onlar gidince köşk de gitti; Poseidon, Achilles, Perseus ve Herakles kiklopların boş bakışları eşliğinde sert toprağa düştüler.

Poseidon son anda çevik bir hareket yaparak bacaklarının üzerine indi, Perseus sırt üstü düştü, Herakles ise Achilles'in üstünde yatıyordu.

"Kalksana üstümden nohut beyinli!" dedi Achilles, Herakles'i iterek.

Herakles koştu ve Perseus'a sarıldı, "Benim sıska kardeşim, gel buraya."

"Herakles, beni boğuyorsun." dedi Perseus. Kardeşinin elinden kurtulduktan sonra boynunu ovdu.

-----------------------------


Prometheus da çıktıktan sonra Athena bir süre daha evin içinde kaldı. Tek başına olduğunu düşünüyordu ki odaların birinden gelen fısıltıları işitti. Yavaşça kapıyı açtığında bir kadının camdaki kuzgunla konuştuğunu gördü.

"Buyurun." dedi kadın aniden ayağa kalkıp toparlanarak.

"Kuzgunlar güzel hayvanlar." Athena yavaşça kuzguna doğru yaklaştı. Gözlerine baktığında bir şey fark eder gibi olmuştu ki kuzgun uçarak gitti.

"Öyleler."

"Ben Athena. Peki sen kimsin?"

"Adaletli tanrıça." dedi başını eğip reverans yaparak. "Benim adım Ceres."

"O kuzgunun enteresan gözleri vardı."

"Hiç fark etmedim." dedi Ceres gülerek.

Athena karşısındaki kadında bir gariplik sezdi. "Nereden geldin Ceres?"

"Batı topraklarından."

"Tam olarak hangi ülkenin topraklarından."

"Geldiğim yerin adını bilmezsiniz." dedi Ceres. Telaşlıydı, arkasını dönüp salona doğru yürüdü ve şöminedeki ateşle oynamaya başladı.

"Benim coğrafya bilgim iyidir, sen merak etme." dedi Athena, gözlerini kısmış Ceres'in hareketlerini izliyordu.

Ceres güldü. Athena temkinli bir şekilde ona yaklaştı, aralarındaki mesafe azaldığında Ceres beline doladığı kuşağın içindeki hançerini çıkartıp savurdu. Athena son anda geri çekilmesine rağmen kolundan yara aldı. Yarasından akan kana baktı şaşkınlıkla.

"Bu bir ölümlü silahı değil. Nereden buldun onu?"

Ceres tekrar güldü ve hançerini savurarak Athena'ya doğru ilerledi. Tanrıça düşmanın savurduğu darbelerden kurtuldu, kıvrak bir hareketle hançeri tutan kolunu yakaladı, çevirdi ve hançerin düşmesini sağladı. Almak için eğildiğinde Ceres onun kafasına vurdu. Yere düşen tanrıçanın üzerine çıkıp onu yumruklamaya, kafasını evin taş zeminine vurmaya başladı. Athena bir koluyla kendini korumaya çalışırken, diğer koluyla yerdeki hançere ulaşmaya çalışıyordu.

Ceres bunu fark etti, Athena'nın kolunu kavradı. Daha önce hançeriyle açtığı yaraya parmağını soktu. Athena'nın almayı beceremediği hançeri aldı, onun boynuna saplamak için indirdi. Tanrıça son anda iki kolunu siper ederek düşmanını engelledi. Ceres tüm gücüyle abanmaya devam etti, Athena gücünü yitirmek üzereydi.

Hançer, Athena'nın boynuna değmek üzereyken Ceres kafasına sert bir darbe aldı ve bayıldı. Prometheus, elinde kütükle ayakta duruyor, bir Athena'ya bir de baygın yatan Ceres'e bakarak yaşananları anlamaya çalışıyordu.



Ceres duvara zincirlenmiş bir şekilde ayakta duruyor, Olimpos'lu bütün tanrılar onu izliyordu. Yavaşça gözlerini açtı. Uyandığını fark eden Zeus, onu şimşekleriyle çarptı.

"Kimsin sen?"

Ceres cevap vermedi. Hades, ateşiyle onu yaktı.

"Kimsin sen?"

Ceres yine cevap vermedi. Zeus dayanamadı şimşeğini çıkardı, odada büyük bir parıltı oluştu. Hiçbir şey görülmüyor, sadece Ceres'in çığlıkları duyuluyordu.

"Gefjon!" diye bağırdı. "Benim adım Gefjon!"

Parıltı sona erdi, herkes tekrar görmeye başladı. Gefjon'un vücudundan dumanlar çıkıyordu.


"Görevin ne? Seni kim gönderdi?"   

Zeus, şimşekleriyle Gefjon'u tekrar çarptı.

"Odin!"

Olimposlular birbirlerine bakıyordu. Bu ismi daha önce duymamışlardı, onları tehdit eden bu yeni şeytanın kim olduğunu öğrenmek istiyorlardı.

"O kim?" dedi Hera.

Gefjon gülmeye başladı. Uzun bir süre güldü. O sırada pencereye konan kuzgunu fark etti. En sonunda yorgun düştü ve nefes nefese konuşmaya başladı:

"Herkesin Babası buraya geldiğinde canınızı bağışlaması için merhamet dilemeye hazır olun."

Gözlerini kuzgundan ayırmadan devam etti:

"Valhalla yola çıktı."

Tekrar gülmeye başladı. Zeus, Gefjon'un hançerini alıp onun kalbine sapladı. Küle dönüşerek yok oldu. Daha sonra camdaki kuzgunu fark etti. Ona doğru yaklaştı, gözlerinin içine baktı. Kabuslarını hatırladı, kuzgunun "Zeus" dediğini işitti. Kendine geldiğinde kuzgunun uçarak uzaklaştığını gördü.


-----------------------------

"Kızımı kurtardığın için teşekkür ederim." dedi Zeus. Bakışlarında şükran ifadesi vardı. Prometheus'un sahildeki evinin önünde denizi izliyorlardı.

"Her zaman."

"Biliyorum, Prometheus. Biliyorum."

Birdenbire Prometheus'un hareket etmediğini fark etti. Çevresine baktı, denizin kımıldamadığını, insanların donduğunu gördü, rüzgarı artık hissetmediğini fark etti. Sonra arkasına döndü, gökyüzünde uçan kuzgunları fark etti sonra kuzgunların altında ayakta durup kendisini izleyen adamı... Evsiz kılıklı, yaşlı bir adamdı. Tek gözü vardı, diğer gözünün olması gereken yerde boş bir çukur ve yüzünü boydan boya kaplayan bir dövme yer alıyordu. Tek gözünü hiç kırpmadan Zeus'u izlemekteydi. Gökyüzünde uçan kuzgunlardan biri onun omzuna kondu ve o da kafasını Zeus'a çevirdi.

"Artık seni görüyorum." dedi. Dudakları kımıldamadı ama; Zeus onun sesinin beyninde yankılanışını hissetti. Gözünü kırptığında adamın artık orada olmadığını gördü. Kulağına çocuk sesleri, Prometheus'un mırıldanışı geldi; rüzgarı hissetti, dalgaların sahili tokatlayışını duydu.

"Zeus?" Prometheus bir Zeus'a, bir de Zeus'un bakmakta olduğu boşluğa çeviriyordu kafasını, yaşananlara anlam vermeye çalışıyordu.

Zeus gözlerini adamın belirdiği yerden hiç ayırmadı. Bakışları donuktu, yüzünde ürpertici bir ifade vardı.

"Demek başlıyor."


*Kirke: Büyücü tanrıça.

*Gefjon: İsmi "cömert olan" anlamına gelen, bolluk bereket ve refah tanrıçası. Evsiz bir kadın kılığında dünyayı gezdiği, ve bakire ölen kızların ona yoldaşlık ettiği söylenir.

V.Ş. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder