8 Mart 2018 Perşembe

Olimpos ve Asgard - Bölüm 8






"Anlat bana oğlum. Neler gördüğünü, neler yaşadığını, neler işittiğini... Her şeyi, en ince ayrıntısına kadar, anlat." dedi Zeus. Bütün Olimposlular; tanrıların tanrısının taht odasında toplanmış, aralarına geri dönen Herakles'in anlatacaklarını can kulağıyla dinlemeye hazırlanıyorlardı.


"Hermes beni huzuruna getirdikten ve senden Prometheus'u serbest bırakma emrini aldıktan sonra görevimi yerine getirmek için ayrıldım. Yolun yarısında görüşüm karardı, gözlerimi tekrar açtığımda demir korkuluklu bir zindanda buldum kendimi. Korkulukları bükmeye, koparmaya, çiğnemeye, omuz atıp temelinden ayırmaya çabaladım... Hiçbiri işe yaramadı. Büyüyle güçlendirilmişti."

"Seni alıkoyanın ismi neydi?" diye sordu Zeus. Tahtından aşağı doğru eğilmiş, gözlerini hiç kırpmadan Herakles'i dinliyordu.

"Loki... Loki diyordu kendine."

"Atlas'ı da o mu öldürdü?"

"Evet." Olimposlular hep bir ağızdan konuşmaya başladı. "Nasıl yapabilir böyle bir şeyi?", "Kim bunlar?", "Bizden ne istiyorlar?", "Bu düpedüz savaş başlatmak için yapılmış bir hareket baba! Bunların hepsi oyun!" dedi Ares herkesin sesini bastırarak.

Zeus, elini kaldırıp herkesi susturdu, gözlerini Herakles'ten bir anlığına bile ayırmıyordu. "Devam et" dedi.

"Amcam, kardeşim ve Achilles gelmeden önce başarısını anlatıyordu uzun uzun."

"Peki ama nasıl öldürmüş?"

"Be-ben... Bilmiyorum. Büyü ile?"

Herakles'in konuşması bitince Hera çığlığa benzer bir kahkaha koyverdi. "Bu aptal daha elindeki parmakların sayısını bilmez."

"Ben demiştim." dedi Achilles gülerek. Perseus ona susmasını söyledi.

"Neden bunun söylediği her şeyi dikkate alıyoruz?" diyerek devam etti Hera.

"Çünkü o oradaydı, sen değil!" dedi Zeus, tükürürcesine. Hera öfkeyle mırıldanarak yerine döndü. "Devam et oğlum. Kim bunlar? Nereden gelmişler?"

"Asgard diye bir yerden bahsedip durdu hep. Oyun oynayarak Thor'un çekicini nasıl kısalttığını, Baldr'ı nasıl öldürttüğünü anlatıyordu... En sonunda Odin'i tahtından edip Asgard'ın yönetimini eline geçireceğinden bahsetti."

Zeus'un gözleri parladı, yüzüne sinsi bir gülücük yayıldı. "Demek onlarla savaşta olanlar bir biz değiliz. Devam et."

"Kendisinin Jotunheim denilen bir diyarda doğduğunu, Odin'in onu savaş ganimeti olarak Asgard'a getirdiğini söyledi."

"Jotunheim da neresi şimdi?" dedi Apollon.

"Buz devlerinin yaşadığı bir yermiş. Yggrda... Yggdar... Of... Garip bir ağaçtan bahsetti ve bütün evrenin o ağacın dallarında yer aldığından..."

Herkes gülmeye başladı.

"Bunlar kafayı yemiş olmalı." dedi Dionysos, şarabından bir yudum alırken.

Zeus hala ciddiydi. "Peki ya savaşçıları?"

"Vikingler deyip durdu sürekli. İnsanlardan oluşan bir orduları var. Ölmekten korkmuyorlar, hatta ölmek için savaşıyorlar. Savaşırken ölürlerse Vahl... Valh... Of... Çok zor isimleri var... Savaşırken ölürlerse bir tür cennete gideceklerine inanıyorlar. Orada tanrılarla aynı masada oturup, aynı şarabı içecekler ve sürekli savaşacaklarmış."

Zeus arkasına yaslandı, sakalını kaşımaya başladı. Sağında Poseidon, solunda Hades yer alıyordu. Denizlerin tanrısı, Zeus'un kulağına eğildi.

"Bence onları küçümsememeliyiz. Fevri bir davranış bize çok pahalıya patlayabilir."

"Hazırlanmaları için fırsat vermemeliyiz kardeşim. Ne kadar çabuk saldırırsak, o kadar avantajlı oluruz."

"Ne dedim ben Hades?"

"Sen her zaman sağduyunun sesiydin canım kardeşim Poseidon. Sağduyu zafer kazandırmaz, kaybettiğin savaşlarda gördük bunu."

"Ne cüretle?" dedi denizlerin tanrısı ve Trident'ini kardeşine doğrulttu.

"Hemen saldırmalıyız!" dedi Ares.

"Hazırlanmadan saldırırsak pişman oluruz!" dedi Athena.

Dionysos şarabını içmeye devam ediyordu.

"Daha kim olduklarını, ne tür güçlere sahip olduklarını bile bilmiyoruz." dedi Apollon.

"Yeter!" Tanrıların tanrısının sesi herkesin susmasına ve eski yerlerine dönmelerine yetti.

"Düşüneceğim."

---------------------

O gün herkesin panik içinde dağılmasıyla sonuçlandı. Olimpos iki keskin görüşle, iki farklı gruba ayrılmıştı. Bir grup hemen saldırılması gerektiğini söylerken; diğer grup beklemeleri gerektiğini, düşmanın elini görmelerini söylüyordu.

Zeus rüyasında bir başka kuzgun tarafından ziyaret edildi. Kuzgun onu bir yere götürdü, yirmi dört tane sandalyenin hazır beklediği bir yere. Zeus gözlerini açtı ve bütün Olimposluları topladı.



---------------------

Kapının sert bir şekilde yumruklanışıyla yatağından fırladı, koşar adım gitti, kapıya ulaştı ve açtı.

"Athena! İyi misin?"

Athena bir hışımla içeri girdi, seri nefes alıp veriyordu; yerinde duramıyor, on metrekarelik salonda bir o yana bir bu yana gidip geliyordu.

"Savaş başlıyor Prometheus. Onlar hemen saldırmamız gerektiğini söylüyor ama daha bizi neyin beklediğini bile bilmiyoruz. Ares ve Hades babamın aklını zehirliyor."

"Sakin ol Athena. Ne savaşı, neden bahsediyorsun?"

"Sen, bunu görmedin mi?



"Hayır. Henüz geleceği görebilecek kadar güçlü değilim."

Athena iç çekip sandalyelerden birine oturdu.

"Her şey boka sarmak üzere Prometheus. Sana ihtiyacımız var." Bir süre durakladı. "Sana ihtiyacım var."

İkisi de konuşmadan birbirlerini izlemeye başladı. Prometheus elini masanın üstünde uzattı, Athena da onu takip etti. Elleri buluşmak üzereyken tanrıça birden ayağa kalktı.

"Babam çağırıyor! Gitmeliyim."

"Ho..."

Prometheus cümlesini tamamlayamadan tanrıça yok olmuştu. Uzun bir süre onun oturduğu sandalyeyi izledi sadece.


---------------------

"Hoş geldiniz." dedi Odin, tok sesiyle. Arkasında Freyja, Frigg, Thor, Vidar, Bragi, Hermod, Tyr, Heimdall, Forseti, Idunn ve Vali yer alıyordu.

Zeus cevap vermedi, karşısındakileri uzun uzun inceledi. Onun arkasında da Poseidon, Hades, Athena, Afrodit, Dionysos, Ares, Hera, Apollon, Hermes, Artemis, Demeter yer alıyordu.

"Rüyalarıma girmek gibi ilginç bir yeteneğin var." dedi en sonunda tanrıların tanrısı.

Odin güldü. "Elimizdeki tek iletişim yöntemiydi."

"Nahoş bir yöntem."

"Senin için, elbette."

Yine uzun bir sessizlik oldu.

"Bu sevgi dolu atışmamız sona erdiyse, lütfen oturun. Hepimiz barış için buradayız." dedi tek gözlü yüce tanrı.

Yirmi dört tane tanrı ve tanrıça... Hepsi birbirine baktı... Her göz, bütün yüzlerde uzun uzun vakit harcadı... Birbirlerini tarttılar.

"Oturun." dedi Zeus.

"Bal şarabı içer misiniz?"

Zeus'un hemen önünde büyük bir fıçı, yanında da kadeh belirdi. Tanrı, kadehi eline aldı ve içini doldurdu. "Baba, yapma." dedi Athena. Odin gözlerini denginden ayırmıyordu. Tanrıların tanrısı kadehi dudaklarına götürdü ve tek dikişte içti. Ağzını şapırdattı, güzelmiş, dedi ve kadehi fırlattı.

Kimsenin hayal dahi edemediği bu buluşma Dünya'da gerçekleşmişti, tam olarak olmasa da... Buluştuklarında yeryüzündeydiler; ayaklarıyla toprağı, tenleriyle ılık bahar meltemini hissediyorlardı. Ancak şimdi bambaşka bir boyuta geçmişlerdi. Evrenin ortasında yirmi dört sandalye... Yirmi dört tanrı ve tanrıça...

Onlar toplantılarını yaparken, evren her zamanki döngüsünde, hiçbir şey olmuyormuş gibi, yaşamaya devam ediyordu.

"Evet, dinliyorum." dedi Zeus.

"Teslim olacaksınız." dedi Odin. Olimposlular birbirlerine bakıyorlardı. "Sen, benim önümde diz çökecek, bağlılık yemini edeceksin." diyerek devam etti, işaret parmağıyla tanrıların tanrısını gösteriyordu. "Olimpos dediğiniz yeri bize teslim edeceksiniz.", durakladı, "İçindeki tüm kutsal şeylerle beraber."

Zeus sağına baktı, Hades'ten başlayarak orada oturan herkesin yüzünü inceledi. Sonra soluna döndü ve Poseidon'dan başlayarak diğerlerine de aynı şekilde baktı. Sonra güçlü bir kahkaha koyverdi. O kadar şiddetli gülüyordu ki sandalyesinden düşmemek için eliyle tutunuyordu.

"Ne cüretle Herkesin Babası'na gülersin?!" bağırdı Thor. Yerinden fırladı, çekicini kaldırdı. Mjölnir'i kaldırmasıyla beraber ortalığın karışması bir oldu. Poseidon Trident'ini, Thor'un gırtlağına dayadı; Hades Bident'ini, Athena mızrağını, Ares kılıcını çekti. Aynı şekilde Tyr, Freyja ve Vidar da kılıçlarını çekmişlerdi.

Zeus ayağa kalkıp Poseidon'un koluna dokundu, geri çekil, dedi.

"Geri çekilin." diye karşılık verdi Odin.

Thor "Ama baba..." diyecek oldu.

"Geri çekilin dedim!"

Şimşeklerin tanrısı öfkeyle homurdanarak sandalyesine döndü. Diğer tanrı ve tanrıçalar da silahlarını indirip, yerlerine geçtiler.

"Sen bana Asgard'ı ver, ben de senin ve halkının canını bağışlayayım." dedi Zeus.

Thor yine hiddetlenir gibi oldu ancak babasının sert bakışlarıyla karşılaştı. Odin tekrar düşmanına döndü, yüzünde hafif bir gülümseme vardı.

"Sanırım savaşacağız."

"Sanırım." diye karşılık verdi tanrıların tanrısı ve Asgardlılar yok oldu. Şimdi Olimposlular, boşluğa gözlerini dikmiş; çevrelerinde dönen yıldızlara, galaksilere, güneş sistemlerine aldırış etmeden, sonun başladığı şu anı düşünüyorlardı.


---------------------

"Seni nasıl aşağıladıklarını gördün mü kardeşim?" dedi Hades. Hepsi Olimpos'a geri dönmüştü. On tanesi daire oluşturmuştu, merkezde Zeus yer alıyordu. Yeraltı tanrısı daireden ayrılıp kardeşine yaklaştı.

"Bizimle nasıl dalga geçtiklerini gördün mü? Zeus, tanrıların tanrısı; şimşeklerin, göklerin, bulutların, yağmurun, insanların tanrısı; her şeye gücü yeten, kainatın efendisi bu hakaretlere sessiz mi kalacak?"

"Aklımızı zehirlemeye uğraşma Hades!" dedi Poseidon, bağırarak.

"Zehirl... Zehirlemek, he! Bacak kadar bir çocuk kralımıza çekicini kaldırırken sen orada değil miydin kardeşim?"

"Oradaydım, Trident'imi gırtlağına dayadım."

"Ama öldürmedin."

"Çünkü Zeus..."

"Hakarete boyun eğdin! Şimdi de hepimizin boyun eğmesini istiyorsun! Biz Olimpos'u kolay kazanmadık." Tek tek bütün Olimposluların yüzüne baktı. "Hakkımız olduğu halde burası bize öylece verilmedi! Bedel ödedik. Sen!" Tekrar Zeus'a döndü. "Kronos'a karşı koyarken gösterdiğin cesareti yine göster! Bu bizim son ve en büyük savaşımız. Ya kaybedecek ve yok olacağız; ya da kazanacak ve bütün kainatı sorgusuz, sualsiz yönetecek güce erişeceğiz. Kim olduğunu hatırla kardeşim." Elini tanrıların tanrısının omzuna koydu.

"Olimpos'un işittiği hakaretleri temizle. Hemen, şimdi!"


---------------------

Perseus ve Achilles'in kumanda ettiği Olimpos ordusu muharebenin olacağı yere çoktan varmış, düşmanlarını beklemekteydiler. Bir kartal üstlerinde uçuyor, bir baykuş savaş meydanındaki ağaçlardan birinin dalına konarak askerleri izliyor, ikisi de ara ara öterek varlıklarını hissettiriyorlardı.

"Pekala. Biz buradayız, onlar nerede?" dedi Achilles.

"Bu hoşuma gitmiyor. Ya bizzat tanrıları gelirse?"

"Sanmam. Biliyorsun tanrılar ilk seferlerde kendilerini riske atmıyor."

Perseus dudaklarını kemirmeye başladı. Uzun bir bekleyişin ardından savaş meydanı olan tepenin ucunda kafalar gözükmeye başladı.

"Herkes hizalara!" diye bağırdı Achilles.

Perseus "Mızrakçılar öne, okçular arkaya! Hazırlanın!" diyerek onu takip etti.

Tepeye çıkmakta olan kalabalık bir Viking ordusu vardı. Tam kestiremiyorlardı ama; en az yirmi dakika boyunca onların tepeye çıkmasını beklediler. Vikingler durduktan sonra bile gerilerinde, tepenin aşağısında, üstünde olduğu kadar, belki daha fazla, bir başka kalabalık daha beklemekteydi.

"Çok fazlalar." dedi Achilles.

Perseus "Evet, görüyorum." diyerek yanıtladı.

"Oldukça fazlalar."

"Sen tekrarlayınca sayıları azalmıyor."

Tepelerinde uçan kartal bir çığlık koyverdi. Perseus emir gelmişçesine bağırdı, "Olimpos'un yiğit evlatları! Saldırın!"

Skarsgard yüzünde gülücükle bir adım öne ilerledi ve üzerlerine koşan Yunan askerlerine baktı.

"Valhalla!"

İki ordu çok şiddetli bir şekilde çarpıştı. İlk andaki kayıplar dudak uçuklatan rakamlarla ifade edilebilirdi ancak. Sonra taraflar daha temkinli bir formasyon aldı, Perseus ve Achilles sayılarının çok az olduğunu, yenileceklerini biliyorlardı ancak; ikisinin de aklında geri çekilmek düşüncesi yoktu.

Yunan askerleri tek tek düşüyordu. Vikingler baltalarını savuruyor, ölmekte olan düşmanlarının çığlıklarını kahkahalarıyla bastırıyorlardı. Perseus ve Achilles köşeye sıkışmıştı. Askerlerinin çok büyük bir kısmı ölmüş, kalanlar ise canını kurtarmak için kaçmaya başlamıştı. Perseus yorulmak bilmeksizin kılıcını sallıyor, önüne çıkan her bir Viking'i öldürüyordu. Achilles daha öfkeli ve daha hızlıydı. Kullandığı iki kılıcın tek hamlesiyle beş kişiyi birden öldürebilmişti.

Perseus, Achilles'in kendisinden çok uzaklaştığını fark etti.

"Achilles, geri çekil! Achilles!" Tam ona doğru koşarken, savaşın başından beri üstlerinde uçmakta olan kartal onu omuzlarından yakalayıp havaya kaldırdı.

"Hayır. Baba, bırak beni. Achilles!"

Achilles, Perseus'un sesini en sonunda duydu ve havada çırpınmakta olan vücudunu gördü. Hemen önüne döndü, savaşmaya devam etti. Çok sert bir çekiç darbesi, kaburgalarına çarptı ve onu metrelerce havaya uçurdu. Yere düştü, öksürdü, kendisini zorlayıp ayağa kalktı.

Durumun vehametini yeni anlıyor gibiydi. Çevresinde Vikinglerden başka hiç kimse yoktu. Gökyüzüne baktı, sol dizinin üstüne çöktü.

"Bakın nasıl da diz çöküyor." Vikingler gülüyordu.

Her şey bir anda oldu, Achilles'in fırlattığı bıçak ona gülen Viking'in tam boğazına saplandı. Diğerleri şoku atlatıp silahlarını çekmeye hazırlanırken Achilles sekiz on düşmanını daha öldürmeyi başardı. Saldırı emrini veren Viking'i, Skarsgard'ı, gördü. Koşmaya başladı, ona doğru zıplamaya hazırlanıyordu ki ayağı toprağa battı.

"Hayır." Kendisini kurtarmaya çalışıyordu ancak toprak onu gittikçe daha da hızlı yutuyordu. Düşman askerleri hiçbir şey yapmadan izlediler, olan biteni anlamaya çalışıyorlardı.

"Hayır!" Achilles artık omuzlarına kadar toprağa gömülmüştü. Sağ kolu dışarıdaydı, çimenlere tutunup kendisini çekmeye çalışıyordu.

"Hayır, daha değil!" En sonunda tamamen toprağa gömüldü, sesi kesildi.

Skarsgard, onun toprağa gömüldüğü yere gitti ve ayağıyla zemini dürterek kontrol etti. Hepsi şaşkındı ama çok kısa sürdü. Çünkü Skarsgard, ilk zafer çığlığını atmıştı.

"Odin!"

Altın kabzalı kılıcını kaldırdığında gökyüzünden bir yıldırım düştü.



- V.Ş. 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder