26 Ocak 2018 Cuma

Olimpos ve Asgard - Bölüm 3 / 2. Kısım






Prometheus elini göğsüne koymuş yavaş adımlarla yürüyordu. Herakles onun beş adım gerisinden geliyor, gözlerini üzerinden ayırmıyordu.

"Değdi mi yaşadığın işkenceye?" Kabahatli olduğunu göstermeye çalışır bir şekilde sordu. Prometheus ona baktı, sonra önüne dönüp yürümeye devam etti.
"Onları ben yarattım. Yarattıklarım bana ihtiyaç duyduğunda sırtımı dönersem baban gibi bir tanrı olurdum."
"Seni özgür bırakan Zeus'tu."
"Beni işkenceye mahkum eden de..."

Herakles kaşlarını çatmıştı. "Yarattıklarını yeterince koruyamamak üzmüş olmalı..."

Prometheus durdu, boş bakışlarla karşısındakine baktı.
"Ah, bilmiyorsun. Sen karaciğerini yem ederken Zeus insanlığa Pandora'yı gönderdi."
"Pandora kim?"
"Yaratılan ilk kadın. Zeus'un, kardeşin Epimetheus'a hediyesi. Tabi bir kutuyla beraber."
"Kutu mu?"
Herakles gülüyordu. "Evet, kutu. İçinde bütün kötülükleri barındıran bir kutu. Zeus'un insanlığa gönderdiği son ve en büyük lanet. Tabi senin salak kardeşin hemen kabul etti, sonra kutu açıldı ve..."
"Ve..."
"Sonrası malum. Şu an insanlar birbirlerini öldürüyor. Para için, tanrılar için, toprak için, kadın için... Yarattıkların da senin gibi zayıf Prometheus ve sen insanları lanetleyen Zeus'un önünde diz çökmeye gidiyorsun."

Prometheus sinirliydi ancak oldukça da güçsüzdü. Bunları duymadan önce de Olimpos'tan ve Zeus'tan tiksiniyordu ancak şu an hissettiklerini tarif etmek imkansızdı. Bunca öfkeye ve güçsüzlüğe rağmen zekasından ödün vermedi. Fevri davranmaması gerektiğini biliyordu. Kaşlarını çattı ve yürümeye devam etti.

"Belki de Yunanistan'dan ayrılıp başka topraklara gitmenin zamanı gelmiştir." dedi Herakles.
"Nereye?"
"Kuzey'e olabilir. Dünyayı gezip savaşırken baltalı, göğsünde pusulalar taşıyan, korkusuz savaşçılar görmüştüm Kuzey topraklarında. İnanışları bizimkinden oldukça farklı. Belki oralarda Zeus'u alt etmenin bir yolunu bulursun."
"Babanı öldürmemi mi istiyorsun Herakles?"
"Ben sadece konuşuyorum. Konuştuklarımdan hangi anlamları çıkaracağın sana kalmış..."


----------------------------


Yerde cansız bir şekilde yatıyordu. Ancak üstündeki kuzgunun, etini kemirdiğini de hissedebiliyordu. Yavaşça yanına gelen bir çift ayak gördü. Ayakların sahibi düşmanının yanına başına gelince eğildi ve onun gözlerine baktı.

Bu Prometheus'tu...



Kabusları devam ediyordu. Kuzgunun anlamını öğrenmeliydi, Prometheus'u yanından bir an bile ayırmamalıydı. Yoksa geç mi kalmıştı? Bir takım şeyler yaşanmaya başlamıştı da, rüyasında sonunu mu görüyordu sürekli. Bunları öğrenmeliydi ama nasıl?

Büyük Salon'a gittiğinde Herakles ve Prometheus'u hazır bir şekilde gördü. Zeus gelince Herakles, Prometheus'un bacaklarına bir darbe indirip diz çökmesini sağladı. Peşinden de hain bir gülüş attı.

"Evine hoş geldin Prometheus."
"Burası benim evim değil." dedi ve yere tükürdü.

Herakles, Prometheus'un boynuna geçirdiği zinciri sertçe çekti.

"Sakin ol oğlum. İşkenceden yeni çıkmış bir tanrıya anlayış göster."
"Benden ne istiyorsun?"
"Hiçbir şey. Sadece cezanı yeterince çektiğini düşünüp seni azat ettim."
"Nedense hiç inanasım gelmiyor. Bir çıkarın olmasa beni bırakmazdın."
"Şüphesiz tanrıların en zekisi sensin Prometheus. Önceden bilen... İsminin hakkını veriyorsun gerçekten de."

Zeus, Prometheus'un nefret dolu bakışlarını fark etti.
"Sanırım yolda gelirken Herakles yarattıklarına neler yaptığımı anlattı."
"Neden?"
"Neden mi? Aptal olma. Bir avuç maymuna gereğinden fazla değer veriyorsun. Senin ailen biziz Prometheus, birisini seçmen gerekirse bizi seçeceksin. Eğer planladığın şey gerçekleşseydi insanlar bize dua etmeyi bırakırdı. Kendilerine yetebildiklerini düşünürlerdi. Bize dua etmezlerse gücümüz de olmaz, savunmasız kalırız. Biz güçsüz kalırsak senin maymunların bu gezegeni yerle bir eder, birbirlerini yer. Bir kendine bak, bir de bana... Senin yarattıkların bana dua ediyor. Kardeşlerime, çocuklarıma... Bu kadar değer verdiğin yaratıklar sana sırtlarını döndü ve sen bunca şanına rağmen gözünün önündekini göremeyecek kadar aptalsın Önceden Bilen..."

Zeus yavaşça yaklaştı ve eğilerek Prometheus'un boynundaki zinciri çözdü.

"Ama ben seninle kavga etmek istemiyorum. Artık her şey geçmişte kaldı. Kardeşlerini özlemedin mi Prometheus? Olimpos seni kabul ediyor, aramızda bulun ve baban İapetos'un şanına yakışır bir hayat sür." diyerek karşısındaki güçsüz tanrıya elini uzattı.


----------------------------


Uzun elma ağaçlarının arasında Bragi ve Idunn birbirleriyle şakalaşıyorlardı. Çok geçmeden yoruldular ve ağaçlardan birinin altına uzanıp göğü seyre daldılar. Bragi lirini çıkartıp güzel sesiyle şarkılar söylemeye, Idunn dillere destan güzelliğiyle dans etmeye başladı. Tanrı ve tanrıça kendilerinden öylesine geçmişlerdi ki Freyja'nın geldiğini duymadılar.

"Bragi, seninle konuşmam gerek."
"Leydi Freyja..." Valhalla'nın ozanı ani gelen misafir karşısında şaşkınlığa düşmüştü, oturuşunu düzeltti ve devam etti "Tabi ki buyurun."
"Mümkünse yalnız." dedi ve Idunn'a mahcup bir bakış attı.

Genç ve güzel tanrıça kibar bir gülümsemeyle ikiliyi yalnız bıraktı.

"Sorun nedir?" diye sordu Bragi.
"Sen bilge bir tanrısın, içine düştüğüm çıkmaz için yardımına ihtiyacım var."

Bragi sorusunu yinelemedi, izlemekle yetindi.

"Odr ve Odin arasında bir şeyler mi oldu?"
"Bunu da nereden çıkardın?"
"Ne zaman Odr'dan bahsetsem yüz ifadesi değişiyor, konuyu çabucak kapatıyor."

Bragi ağaca yaslanıp lirini eline aldı ve hafif hafif tellerine vurmaya başladı.

"Söyleyebileceğim bir şey yok Leydi Freyja. Babamın bir bildiği vardır."

Freyja cevaptan tatmin olmadı. Yine umduğunu bulamamanın hayal kırıklığıyla gitmek üzere ayağa kalktı ve arkasına döndü. O yürürken Bragi arkasından seslendi:

"Yine de eski kehanetlere bir bakmak isteyebilirsin."


----------------------------


Suların altında yer alan görkemli sarayındaki tahtında oturmaktaydı Yerleri Sarsan, Kara Saçlı Tanrı. Elindeki güçlü silahı, üç dişli yabası, trident ve karşısındakinin kalbine korku düşüren sinirli bakışlarıyla salonu izlemekteydi. Gözleri fal taşı gibi açıldı ve birden bire yok oldu.

"Beni mi çağırdın?" Şimdi Olimpos'ta, tanrıların tanrısı Zeus'un önündeydi.
"Kardeşim Poseidon. Hoş geldin. Seninle konuşmam gereken şeyler var."
"Seni dertlendiren nedir?" Denizlerin tanrısı kaşlarını çatmış dinliyordu.
"Son zamanlarda bir takım rüyalar görmekteyim. Bu illeti Olimpos'a Gorgos'un gönderdiğinden şüpheleniyorum."
"Sanmam." İkisi de tapınağın kenarındaki açıklığa gidip Yunanistan'ı izlemeye başladılar. "Gorgos son yenilgisini kolay kolay unutamaz. Bir şeyler yapmaya henüz gücü yoktur."
"Emin misin?" Zeus kardeşinin gözlerine kilitledi gözlerini.
"Eminim. Ama senin için bu kadar önemliyse bir kontrol ederim."
"Teşekkür ederim kardeşim."

Birbirlerine sarıldılar ve Poseidon yok oldu. Tanrıların tanrısı tahtının etrafında dolaşmaya başladı. Düşünceliydi, sinirliydi... Çabuk çabuk hareketleri ve telaşı sabırsızlığının belirtileriydi. Beklediği kişi, Ares, gelince sakinleşti. Yavaşça tahtına geçip oturdu, ikisi de birbirini izlemekle yetiniyordu sadece.

Dayanamayıp ilk konuşan Ares oldu:

"Beni çağırmışsın baba."
"Hoş geldin Ares. Duyduğuma göre kardeşin Athena ile benim yüce salonumda çocukça bir tartışma yaşamışsınız."
Savaş tanrısı gülmeye başladı. "Şüphesiz tanrıların tanrısından hiçbir şey saklanmıyor."
"Kapat çeneni."

Ares artık kahkaha atmıyordu ama yüzündeki gülümseme de silinmemişti.

"Sen neden böylesin?" dedi Zeus. "Hiçbir evladımı bir diğerinden kayırmadım. Hepinizi evimde ağırlamaya, Olimpos'un bana bahşettiklerini sizlerle paylaşmaya çalıştım. Ama senin işin gücün savaş, kavga, hır gür... Neden?"

Zeus sorusuna cevap alamadı. Derin bir iç çekip başını yere eğdi.

"Seni hep sevdim Ares." Bir süre durakladı. "Oğlum..."

Savaş tanrısı bir şey demeden yok oldu, geride bıraktığı babası kaşlarını çatmış, oğlunun artık olmadığı yeri izliyordu. Hera'nın gelişi onu kendine getirdi.

"Neler oluyor? Hain Prometheus bizim tapınağımızda, bizim salonlarımızda nasıl özgürce gezebiliyor?"
"Çünkü onu affettim."
Hera, "Onu nasıl affedersin? Ne yaptığını unuttun mu? Otoritene, Olimpos'a nasıl karşı geldiğini unuttun mu?" dedi bağırarak.
"Sesinin tonuna dikkat et kadın."
"Niye yaptın bunu?"
"Prometheus ne kadar yakınımda olursa o kadar iyi."
"İyi de ona nasıl güvenebiliyorsun?"

Zeus karısına boş bir bakış attı ve içinden, aptal kadın ben şimdiye kadar hiç kimseye güvenmedim, diye geçirdi.

Sorularına tatmin edici cevaplar alamayan tanrıça hiddetli bir şekilde salonu terk etti. Zeus yalnız kaldıktan sonraki süresinin bir kısmını kafasını ellerinin arasına alıp derin düşüncelere boğularak geçirdi. Çok geçmeden ayağa kalktı ve bağırarak Olimpos'tan yeryüzüne sayısız yıldırımlar gönderdi. Gökyüzü, tanrısına boyun eğip öfkesini insanlığa savurmuştu.

Herakles'in bunca zaman bir duvarın arkasında durup konuşulanları dinlediğini fark edemedi.


----------------------------


Sert adımlarla yürüyordu. Bunca zaman geçmesine rağmen onu burada bulacağından emindi. Yüksek bir tepeydi burası ve bulunduğu şehri tamamen görüyordu. Aradığı kişi büyük bir kayanın üstüne oturmuş batan güneşi izlemekteydi. Arkasından sessizce yaklaştı.

"Epimetheus."

Epimetheus irkildi, birisinin onu ziyaret etmesini beklemiyordu. Gelen kişiyi görünce şaşırdı, bir süre konuşamadı. Prometheus yavaşça ona yaklaştı ve gülerek kardeşine sarıldı.

"Ama sen..." Hala şaşkındı, cümlesini tamamlayamadı.
"Zeus beni serbest bıraktı."
"Ama neden..."
"Boş ver bunları kardeşim. Artık buradayım." dedi Prometheus gülerek.

Yılların verdiği özlemle birbirlerine tekrar, sıkı sıkı, sarıldılar.

----------------------------

Kapısında Fenrir'in durduğu bir zindanın karanlık köşesinde zincirlenmiş bir şekilde oturuyordu. Eski gücü kalmamıştı. Ayağa kalkmaya çalışırken tekrar tekrar yere düştü. Sonra kendisine ismini sayıklayıp durdu, kim olduğunu hatırladı, bu onu güçlendirdi ve en sonunda ayağa kalkmayı başardı.

Yavaşça zindanın kapısına yaklaştı, korkulukları sıkı sıkı kavrayıp bükmeye çalıştı. Buraya kapatıldığı ilk günden beri aynı şeyi deneyip duruyordu. En sonunda burasının büyüyle güçlendirildiğini ve kendisinin yarı-tanrı güçlerinin yeterli gelmediğini anlayabildi.

Düştüğü durum zoruna gidiyordu. Koskoca Herakles haince, sinsice kaçırılmış ve zincirlenmişti. Demir korkulukları tekrar kavradı ve Fenrir'in hırlamaları eşliğinde, boğazını yırtana kadar bağırdı:

"Loki!"





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder