10 Ocak 2018 Çarşamba

Olimpos ve Asgard - Bölüm 1





Kendinden emin adımlarla yürümeye çalışıyordu ancak bir yandan da dizleri titriyordu. Durdu, derin bir nefes aldı, tekrar yürümeye devam etti.

"Herkesin Babası'na selam durun!"

Bütün muhafızlar onu selamladı ancak, o, dizlerinin üstüne çökmüş onlarca adamın yüzüne bile bakmadan yürümeye devam etti. Taht odasına girdiğinde etrafına bakındı. Odanın merkezine konuşlandırılmış altından yapılma tahtın çevresinde tur attı. Odanın duvarları tahta uyumlu bir şekilde sarı renkliydi ancak onlar da altından mıydı bilmiyordu, gerçi hiçbir zaman merak etmemişti.

Bir şey yapacak gibi oldu, sonra bir süre kararsızlık yaşadı, eli alnındaydı. "Hayır, zamanı değil." diye geçirdi içinden. Tahta doğru yarı ürkek adımlarla ilerledi. Önce elini uzattı ve tahtı okşadı, sonra yavaşça oturdu. Oturur oturmaz irkildi ve gözleri bembeyaz oldu. Ağzı açıktı.

"Görüyorum", sesi titriyordu, "her şeyi görüyorum."

Gözünün önünden türlü türlü imgeler geçiyordu; devler, insanlar, elfler, cüceler, tanrılar, tanrıçalar, galaksiler, sönmüş yıldızlar, devasa alev topları, gezegenler, atomlar ve de tüm evren.

"O-dak-lan-ma-lı-yım!" kendini zorluyordu. İç cebinden eski püskü bir parşömen çıkardı. Bütün vücudu titriyor, gördüklerini hazmetmek onu oldukça zorluyordu.

"P.. Pro.. Prometheus!" diye bağırdı ve gördü... Zincirlenmiş yarı dev boyutundaki kirli sakallı bir adamı ve karaciğerini yiyen kartalı gördü. "O ger-çek!" dedi ve tahttan düştü.

Bir süre yerde kaldı, sonra histeri krizi geçiriyormuşçasına gülmeye başladı.

"Efsaneler doğruymuş..."

Kendini zorlayarak ayağa kalktı. Taht neredeyse bütün gücünü emmişti. "Demek bizden başka tanrılar da var," bir süre durakladı, "Olimpos." dedi, sesinde fatihlere özgü bir hırçınlık vardı. Ancak bir süre sonra kötü bir olayın farkına vardı. Eski haline dönmüştü. Odin olarak girdiği taht odasından kendi görünüşüyle çıkamazdı. Tekrar Odin'e dönüşebilecek gücü de yoktu. Taht odasının çatısındaki Yggdrasil'i ve evrenin en görkemli yıldızlarının izlenebildiği açıklığı fark etti ve bir kuşa dönüşüp orayı terk etti.

-----------

Karaciğerini kartala yem ettiği bir başka günü yaşıyordu. Acılar içinde inliyor, yardım dileniyordu ancak çevresinde onu duyabilecek hiç kimse yoktu. Birden kartal kuzguna dönüştü ve gagasıyla zincirlerini çözdü, gözyaşıyla yaralarını iyileştirdi.

Yüce Olimpos'un zirvesinden kanlar saçılıyordu yeryüzüne. Hera, Afrodit, Ares, Herkül, Hades, Poseidon, Hephaistos... Hepsi ölmüştü. Athena son kalan gücüyle savaşmaya devam ediyordu.

"Baba!"

Denizler köpürüyordu. Olimpos adeta lanetlenmiş gibiydi. Düşmüş tanrı ve tanrıçaların arasında birisi yürüyordu. Yarı dev boyutlarında, bitkin ve yaşlı bir adamın yüzüne sahip birisi.

"Tahtından inmediğin sürece işkencelerimin sonu yok."

"Tanrıların tanrısı, bizi kolla ve gözet. Günahlarımız için bizi affet."

Fanilerin sesini duyuyordu. Toprak ana Gaia'nın çığlıklarını bütün hücrelerinde hissediyordu.

"Kurtar bizi!"

Olimpos'un zirvesindeki tapınağında yer alan tahtına bir kuzgun konmuştu. Kuzgunun gözleri içini deliyordu adeta. Yıkımı, kanı ve vahşeti hissetti.


Bütün gökyüzüne şimşekler yağdırarak uyandı kabusundan. Gözleri faltaşı gibi açılmış ve nefes nefese kalmıştı.

"Zeus, iyi misin? Kabus mu gördün?"

Sağına döndü, ilk bakışta yanında yatan ve ona ellerini uzatan kadını tanıyamadı. Sonra bunun karısı Hera olduğunu fark etti. Hera'nın ellerini itti.

"Saçmalama kadın! Tanrıların tanrısıyım ben, kabus görmem ve hiçbir şeyden korkmam. Sadece ufak bir güç patlaması. Büyük Savaş'a geri döndüm bir an."

"Savaş bitti, kazandık. Titanlar yok, dünya bize ait, bizden başka ölümsüz yok. Canını sıkman beyhude."

Zeus, Hera'nın yüzüne baktı bir süre, sonra ayağa kalktı. Yeryüzünü seyretti, sonra bir gök gürültüsüyle yok oldu. Hera neler olduğunu anlamak için önce çevresini yokladı sonra, "Tabi, her zamanki gibi bir şey söylemeden git", dedi ve uykusuna geri döndü.

---------

Çığlıkları takip etti. Her adımında gök gürlüyor, çığlıklar ise gittikçe artıyordu. İyice yaklaştıktan sonra sağ elinin işaret parmağını kaldırdı ve parmağından çıkan yıldırımla zincire vurulmuş harap vücudu kemiren kartalı yok etti.

Zar zor nefes alan vücudun yanına gitti hızlı bir şekilde. Kafasını ellerinin arasına aldı. Yaşlı ve bitkin görünen yüzü kirli bir sakal çevreliyordu. Yorgun ve acıdan kısılmış gözleri, karşısında kim olduğunu anlayınca nefretle parlamaya başladı.

"Prometheus, geleceği görüyorsun sen. Söyle bana Olimpos'a yaklaşmakta olan bir tehlike mi var?"

Prometheus öksürük krizine tutuldu, nefes almaya çalışıyordu.

"Beni bu diyara sürgün ettiğinden beri görüşüm kapalı. Eğer hala geleceği görebilseydim, senin buraya geleceğini bilirdim Zeus."

Zeus bu cevaptan tatmin olmamıştı. "Söyle bana, tahtımda gözün mü var? Bana komplo mu düzenliyorsun?"

Prometheus gülmeye başladı ancak bir süre sonra tekrar öksürük krizine tutulup nefessiz kaldı.

"Sen beni niye cezalandırdın?"

"Bana ihanet edip ateşi çaldığın için. Şimdi de tahtıma mı göz diktin?"

"Olimpos'ta, tanrısal düzende ve senin tahtında hiçbir zaman gözüm olmadı. Ben yarattıklarımın tarafındayım. Sadece onları korurum ve sadece onların çıkarını gözetirim."
"Sen bir salaksın. Benim yanımda yer alıp Olimpos'un en önemli tanrılarından olabilirdin ama gittin maymunların yanında yer aldın." Zeus gülüyordu. "Neyse ki hiçbir şey yapacak ve hiçbir yere gidecek halin yok. Sen bir tehlike bile vaat etmiyorsun. Şu haline bak, her zaman zayıftın, sonsuzluğu burada geçireceksin İapetos'un oğlu, Atlas'ın kardeşi Prometheus."

Ayağa kalktı ve gök gürültüsüyle kayboldu. O gittikten hemen sonra bir kartal belirdi ve Prometheus'un çığlıkları eşliğinde karaciğerini yemeye başladı.




-VŞ



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder