Kuzgun bir süre sonra ilerlemeyi bıraktı ve gökte daireler çizmeye başladı. Bakışlarını ondan ayırıp değişen manzarasına çevirdi. Olimpos'tan kanlar aktığını, çocuklarının bir kısmının öldüğünü, bir kısmının ise savaşmaya devam ettiğini gördü.
Kuzgun hemen yanına kondu, bakışlarını ondan ayırmıyordu.
Gözlerini kırptı... Kuzgun gözlerini kırptıkça yüreğinin sıkıştığını hissediyordu.
Yine korku içinde uyandı ancak bu sefer ne gök gürledi, ne de şimşekler çaktı. Rüyasını tamamıyla hatırlamaya çalıştıysa da başaramadı; ancak kuzgunun "Zeus" dediğine bütün Olimpos üzerine yemin edebilirdi. Gün geçtikçe artan bu kabuslar canını sıkmaya başlamıştı. Tanrıların tanrısı, egosundan dolayı diğerlerine danışmıyordu. Zeus'un kabus gördüğünü söylemesi Hera, Ares ve Hades'in tahtı kapması için gerekli olan avantajı verirdi. Karısı Hera'nın çirkefliği, oğlu Ares'in kan ve savaş için yaşıyor olması ve kardeşi Hades'in doğuştan gelen kötülüğü onlara hep şüpheyle yaklaşmasına ve sürekli arkasını kollamasına neden oluyordu.
Dedesi Uranus ve babası Kronos gibi o da çocuklarının tahtını çalacağından şüpheleniyordu. Tanrıça Metis, Athena'ya hamileyken boşuna onu yutmamıştı. Metis'i kendisinin bir parçası yapmış ve kafasında taşımıştı ancak bir süre sonra şiddetlenen baş ağrılarına dayanamayıp Hephaistos'a çekicini kafasına vurmasını emretmişti ve böylece en sevdiği kızı, Atina kentinin koruyucusu ve baş tanrıçası Athena doğmuştu.
Paranoyaklığı için ailesini suçlardı. Öyle ya dedesi de tahtını kaptıracağı korkusuyla bütün çocuklarını yutmuştu, babası Kronos ise bir süre sonra ona dur demiş ve tahtı fethetmişti. Zeus'un babasına yaptığı da aynı şey değil miydi?
Çocukları da aynı şeyi ona karşı yapacaktı. Biliyordu, er ya da geç gerçekleşecekti bu. O yüzden hazır olmalıydı; gücünden hiçbir şey kaybetmediğini, hatta gittikçe daha çok güçlendiğini ve hiçbir zaman korkmadığını göstermeliydi. İlk kabusunu gördüğünde yanında Hera vardı, neyse ki kabusun verdiği sersemliğe rağmen Tanrıların Tanrısı titrinden ödün vermemiş; savaşı, kavgayı, huysuzluğu seven tanrıçaya herhangi bir zayıflık göstermemişti.
Her şeye rağmen içi içini yiyor, bir türlü rahat edemiyordu. Hades ve Ares'e gitmeliydi. Onları yakından gözetleyip, ters giden bir şeyler olmadığından emin olmalıydı. Öyleyse ilk yapması gerekeni biliyordu; Yeraltı'na, Ölüler Dünyası'na gitmeliydi.
Tartaros'a...
--------------------------
Athena sağ elinde mızrağı, kafasında miğferi, sol elinde de Medusa'nın kafasının olduğu kalkanı Aegis'i taşıyarak Olimpos'a doğru yürüyordu. Hafif bir telaş içindeydi, babasıyla konuşması gerekti. Büyük Salon'a girdiğinde kimseleri göremedi. Taht Odası'na doğru yürürken Ares tarafından önü kesildi.
"Hoşgeldin kardeşim. Nicedir uğramıyordun evimize, hangi keramet getirdi seni buralara?"
Yolunun kesilmesi başlı başına sinir bozucu bir eylemken, bu eylemi gerçekleştirenin Ares olması canını daha çok sıkmıştı.
"Çekil önümden Ares! Babamla konuşmam gerek." dedi sert bir şekilde ve Ares'in yanından geçmeye çalıştı.
"Biliyorsun ki o benim de babam." Athena'nın kolundan tutup geri çekti.
Kalkanı Aegis'le Ares'in gövdesine bir darbe indirdi ve en sevilen çocuk olmanın avantajını da kullanarak Zeus'un şimşekleriyle saldırdı.
"Şüphesiz Zeus'un en sevdiği sensin," Ares yerden kalkmaya çalışıyordu, "ama ben ikinizden de daha güçlüyüm. Her zaman güçlüydüm, bu yüzden babamız beni hiçbir zaman sevmedi."
"Sen kendini beğenmiş, ilgi muhtacı, kavga, kan ve vahşet arayan bir çocuksun sadece. Olimpos'un yüz karası."
"Ağzından çıkanlara dikkat et Athena."
"Ben hak ettiğim için en sevilen çocuğum."
"Sen Zeus'un yalakasından başka bir şey değilsin. Bana ettiğiniz ihanetlerin hesabını bir gün vereceksiniz."
"Görüyorum ki Atina yenilgisini hala unutamamışsın." dedi Athena gülerek.
"Zeus olmasaydı seni şehrin topraklarına çoktan gömmüştüm kardeşim."
"Sevgili Ares, bunu denediğini görmeyi o kadar çok isterim ki!"
Birden Ares kılıcını çekti, Athena ise mızrağını ona doğrulttu.
"Olimpos'un yüce salonunda bu ne kendini bilmezlik?!"
Poseidon'un bağrışıyla tanrı ve tanrıça kendine geldi; Ares kılıcını kınına soktu, Athena mızrağını indirdi. Amcasını gören Ares küstahça gülerek salonu terk etti, Athena ise saygıyla reverans yaptı.
Denizlerin tanrısı, "Kendini beğenmiş piç kurusu." dedi savaş tanrısının arkasından, tükürürcesine.
"Amca."
"Sevgili yeğenim. Neler oluyor burada?" dedi.
"Ares... Nasıl biri olduğunu biliyorsun."
İkisi de Ares'in gittiği yola bakıyorlardı.
"Kardeşim nerede?" diye sordu Poseidon.
"Ben de onu arıyorum ancak şu sıralar Olimpos'ta pek fazla vakit geçirmiyor. Endişeleniyorum, babam her zamankinden daha sessiz ve sanırım biraz da endişeli."
"Boş yere canını sıkıyorsun," Athena'nın yere eğdiği kafasını kaldırdı ve konuşmaya devam etti, "Zeus'tan bahsediyoruz. O hep sessiz ve gergindir."
Büyük Salon'un ortasında birbirlerine sarıldılar.
"Hoşgeldin kardeşim. Nicedir uğramıyordun evimize, hangi keramet getirdi seni buralara?"
Yolunun kesilmesi başlı başına sinir bozucu bir eylemken, bu eylemi gerçekleştirenin Ares olması canını daha çok sıkmıştı.
"Çekil önümden Ares! Babamla konuşmam gerek." dedi sert bir şekilde ve Ares'in yanından geçmeye çalıştı.
"Biliyorsun ki o benim de babam." Athena'nın kolundan tutup geri çekti.
Kalkanı Aegis'le Ares'in gövdesine bir darbe indirdi ve en sevilen çocuk olmanın avantajını da kullanarak Zeus'un şimşekleriyle saldırdı.
"Şüphesiz Zeus'un en sevdiği sensin," Ares yerden kalkmaya çalışıyordu, "ama ben ikinizden de daha güçlüyüm. Her zaman güçlüydüm, bu yüzden babamız beni hiçbir zaman sevmedi."
"Sen kendini beğenmiş, ilgi muhtacı, kavga, kan ve vahşet arayan bir çocuksun sadece. Olimpos'un yüz karası."
"Ağzından çıkanlara dikkat et Athena."
"Ben hak ettiğim için en sevilen çocuğum."
"Sen Zeus'un yalakasından başka bir şey değilsin. Bana ettiğiniz ihanetlerin hesabını bir gün vereceksiniz."
"Görüyorum ki Atina yenilgisini hala unutamamışsın." dedi Athena gülerek.
"Zeus olmasaydı seni şehrin topraklarına çoktan gömmüştüm kardeşim."
"Sevgili Ares, bunu denediğini görmeyi o kadar çok isterim ki!"
Birden Ares kılıcını çekti, Athena ise mızrağını ona doğrulttu.
"Olimpos'un yüce salonunda bu ne kendini bilmezlik?!"
Poseidon'un bağrışıyla tanrı ve tanrıça kendine geldi; Ares kılıcını kınına soktu, Athena mızrağını indirdi. Amcasını gören Ares küstahça gülerek salonu terk etti, Athena ise saygıyla reverans yaptı.
Denizlerin tanrısı, "Kendini beğenmiş piç kurusu." dedi savaş tanrısının arkasından, tükürürcesine.
"Amca."
"Sevgili yeğenim. Neler oluyor burada?" dedi.
"Ares... Nasıl biri olduğunu biliyorsun."
İkisi de Ares'in gittiği yola bakıyorlardı.
"Kardeşim nerede?" diye sordu Poseidon.
"Ben de onu arıyorum ancak şu sıralar Olimpos'ta pek fazla vakit geçirmiyor. Endişeleniyorum, babam her zamankinden daha sessiz ve sanırım biraz da endişeli."
"Boş yere canını sıkıyorsun," Athena'nın yere eğdiği kafasını kaldırdı ve konuşmaya devam etti, "Zeus'tan bahsediyoruz. O hep sessiz ve gergindir."
Büyük Salon'un ortasında birbirlerine sarıldılar.
-------------------------
Ateşten gölün kıyısındaki kara parçasına bir yıldırım düştü ve Zeus belirdi. Çevresindeki isli havayı izledi. Burada olmak istemiyordu ve Tartaros'un da onu burada istemediğini biliyordu ama yapması gereken işler vardı, bir süreliğine birbirlerine katlanmak zorundaydılar.
Yürürken yolunu üç başlı köpek Cerberus kesti. Gelenin kim olduğunu görünce kafalarını eğdi ve yoldan çekildi ancak hırlamaya devam etti. Yürüdükçe Tartaros'un ağır havasını omuzlarında daha fazla hissetmeye başladı. Burada yeryüzünde olduğu kadar güçlü değildi ve yeryüzüyle arasında üç kat geceyle kaplı bronz bir duvar vardı.
Yürüdükçe çevresindeki ızdıraplar ve manzara değişiyordu; Sisyphus büyük bir taşı yamacın tepesine doğru yuvarlamaya, Tantalus ise içmeye izinli olmadığı suya ulaşmaya çalışıyordu. İntikam tanrıçaları Furies'i gördü. Eurinomus birkaç cesedin etlerini iliklerine kadar yemekle meşguldü. Stiks Nehri'ne geldiği zaman karşıya geçmek için Charon'u çağırdı.
En sonunda yeraltı tanrı ve tanrıçasının sarayının önüne gelmişti. İçeri girdiğinde onu iki taht karşıladı. Persephone şaşkın, Hades ise rahatsız olmuş görünüyordu.
"Evime hoşgeldin kardeşim, bu ne güzel bir sürpriz." dedi Hades soğuk bir şekilde.
"Hades, sevgili kardeşim." Zeus tahtında oturan tanrının önünde başını eğip selam verdi. "Buraya iki amaçla geldim; biri seni ve biricik kızımı görmek, diğeri titanları kontrol etmek."
"Titanların kontrol edilecek bir şeyi yok, hepsi sonsuz cehennemde ızdırap çekmekteler."
"Doğru söylüyorsun ama beni bilirsin, gözümle görüp emin olmam gerek."
"Evet Zeus, seni bilirim." sağına dönüp Persephone'ye baktı ve bir şey demeden ayağa kalktı, Zeus'la beraber yok oldular.
Geldikleri yer Tartaros'un en acımasız ızdıraplarına ev sahipliği yapıyordu. Karşılarında zincirlere vurulmuş, türlü eziyetler çekmekte olan Phoebe, Themis, Theia ve Mnemosyne duruyordu. Zeus; Themis'in saldırısını, Hermes kurtarmasa göğsüne saplanacak buzdan hançeri hatırladı. Nefreti tekrar canlandı, daha fazla durmak istemedi.
"Göreceğimi gördüm." dedi ve Tartaros'a düşürdüğü yıldırımlardan birine atlayarak cehennemi terk etti.
Hades gözlerini kısıp Zeus'un yok olduğu yeri izledi.
------------------------
Evine döndüğünde yaptığı ilk iş tahtına oturup dinlenmek oldu. Yaptığı yolculuk ve geçmişi hatırlaması onu zihnen oldukça yormuştu. Başını ellerinin arasına aldı, gözlerini kapatıp Hermes'e seslendi. Gözlerini açıp başını kaldırdığında Haberci'nin diz çökmüş beklediğini gördü.
"Baba, emrin nedir?"
"Bana Herakles'i getir."
Hermes ağzını açıp bir şey söylemek istedi ancak Zeus'un bakışlarını gördükten sonra vazgeçti ve gitti. Zeus'un tek göz kırpışıyla geri döndü, Herakles'i bıraktı ve anında ondan yirmi adım uzağa gitti. Böylelikle Herakles'in savurduğu yumruktan kurtulmuş oldu.
"Çek ellerini üzerimden sıska!"
Boşluğu yumruklayan yarı-tanrı şaşkındı.
"Bu nasıl bir oyun böyle?" Herakles sinirliydi ve gözleri Hermes'in üzerindeydi.
"Sana bir görevim var."
Herakles sakinleşti ve yavaş adımlarla Zeus'un tahtına doğru yürüdü: "Nedir?"
"Prometheus'u işkencelerinden azat edip Olimpos'a getireceksin."
Hermes ve Herakles şaşkındı. Önce birbirlerine sonra Zeus'a baktılar. İlk konuşan Hermes
Ateşten gölün kıyısındaki kara parçasına bir yıldırım düştü ve Zeus belirdi. Çevresindeki isli havayı izledi. Burada olmak istemiyordu ve Tartaros'un da onu burada istemediğini biliyordu ama yapması gereken işler vardı, bir süreliğine birbirlerine katlanmak zorundaydılar.
Yürürken yolunu üç başlı köpek Cerberus kesti. Gelenin kim olduğunu görünce kafalarını eğdi ve yoldan çekildi ancak hırlamaya devam etti. Yürüdükçe Tartaros'un ağır havasını omuzlarında daha fazla hissetmeye başladı. Burada yeryüzünde olduğu kadar güçlü değildi ve yeryüzüyle arasında üç kat geceyle kaplı bronz bir duvar vardı.
Yürüdükçe çevresindeki ızdıraplar ve manzara değişiyordu; Sisyphus büyük bir taşı yamacın tepesine doğru yuvarlamaya, Tantalus ise içmeye izinli olmadığı suya ulaşmaya çalışıyordu. İntikam tanrıçaları Furies'i gördü. Eurinomus birkaç cesedin etlerini iliklerine kadar yemekle meşguldü. Stiks Nehri'ne geldiği zaman karşıya geçmek için Charon'u çağırdı.
En sonunda yeraltı tanrı ve tanrıçasının sarayının önüne gelmişti. İçeri girdiğinde onu iki taht karşıladı. Persephone şaşkın, Hades ise rahatsız olmuş görünüyordu.
"Evime hoşgeldin kardeşim, bu ne güzel bir sürpriz." dedi Hades soğuk bir şekilde.
"Hades, sevgili kardeşim." Zeus tahtında oturan tanrının önünde başını eğip selam verdi. "Buraya iki amaçla geldim; biri seni ve biricik kızımı görmek, diğeri titanları kontrol etmek."
"Titanların kontrol edilecek bir şeyi yok, hepsi sonsuz cehennemde ızdırap çekmekteler."
"Doğru söylüyorsun ama beni bilirsin, gözümle görüp emin olmam gerek."
"Evet Zeus, seni bilirim." sağına dönüp Persephone'ye baktı ve bir şey demeden ayağa kalktı, Zeus'la beraber yok oldular.
Geldikleri yer Tartaros'un en acımasız ızdıraplarına ev sahipliği yapıyordu. Karşılarında zincirlere vurulmuş, türlü eziyetler çekmekte olan Phoebe, Themis, Theia ve Mnemosyne duruyordu. Zeus; Themis'in saldırısını, Hermes kurtarmasa göğsüne saplanacak buzdan hançeri hatırladı. Nefreti tekrar canlandı, daha fazla durmak istemedi.
"Göreceğimi gördüm." dedi ve Tartaros'a düşürdüğü yıldırımlardan birine atlayarak cehennemi terk etti.
Hades gözlerini kısıp Zeus'un yok olduğu yeri izledi.
------------------------
Evine döndüğünde yaptığı ilk iş tahtına oturup dinlenmek oldu. Yaptığı yolculuk ve geçmişi hatırlaması onu zihnen oldukça yormuştu. Başını ellerinin arasına aldı, gözlerini kapatıp Hermes'e seslendi. Gözlerini açıp başını kaldırdığında Haberci'nin diz çökmüş beklediğini gördü.
"Baba, emrin nedir?"
"Bana Herakles'i getir."
Hermes ağzını açıp bir şey söylemek istedi ancak Zeus'un bakışlarını gördükten sonra vazgeçti ve gitti. Zeus'un tek göz kırpışıyla geri döndü, Herakles'i bıraktı ve anında ondan yirmi adım uzağa gitti. Böylelikle Herakles'in savurduğu yumruktan kurtulmuş oldu.
"Çek ellerini üzerimden sıska!"
Boşluğu yumruklayan yarı-tanrı şaşkındı.
"Bu nasıl bir oyun böyle?" Herakles sinirliydi ve gözleri Hermes'in üzerindeydi.
"Sana bir görevim var."
Herakles sakinleşti ve yavaş adımlarla Zeus'un tahtına doğru yürüdü: "Nedir?"
"Prometheus'u işkencelerinden azat edip Olimpos'a getireceksin."
Hermes ve Herakles şaşkındı. Önce birbirlerine sonra Zeus'a baktılar. İlk konuşan Hermes
oldu: "Ama o haini niye özgür bırakıyoruz ki?"
"Evet, bence onu özgür bırakmaktansa yumruklayarak öldürmeliyim." dedi Herakles, kaslarını şişirerek.
"Verdiğim emri mi sorguluyorsunuz?"
Birden ikisi de sustu ve başlarını eğdi. Herakles emri ikiletmeden Olimpos'tan ayrıldı.
Birden ikisi de sustu ve başlarını eğdi. Herakles emri ikiletmeden Olimpos'tan ayrıldı.
-------------------------
Acıyı tüm anlamıyla hissediyor, çığlık atmamak için kendini zorluyordu; ancak dayanamıyor ve boğazını yırtarcasına çığlık atıp gözyaşı döküyordu. Tüm bu işkenceye rağmen yüreğinde bir kere bile olsun pişmanlık duygusu yer almamıştı.
Karaciğerini kemiren kartalı izliyor, küfürler ediyor, Olimpos'a lanetler savuruyordu. Birden ellerindeki zincirleri hissetmemeye başladı. Ellerini özgürce oynatabildiğini fark etti ve karaciğerini kemirmekte olan kartalı boğazından yakaladı. Kafasını taşa iki kere sertçe vurduktan sonra karaciğerini yemeye başladı.
İntikamını alan Prometheus, ayağa kalkmaya çalışırken biraz ileride Herakles'in beklediğini fark etti.
Acıyı tüm anlamıyla hissediyor, çığlık atmamak için kendini zorluyordu; ancak dayanamıyor ve boğazını yırtarcasına çığlık atıp gözyaşı döküyordu. Tüm bu işkenceye rağmen yüreğinde bir kere bile olsun pişmanlık duygusu yer almamıştı.
Karaciğerini kemiren kartalı izliyor, küfürler ediyor, Olimpos'a lanetler savuruyordu. Birden ellerindeki zincirleri hissetmemeye başladı. Ellerini özgürce oynatabildiğini fark etti ve karaciğerini kemirmekte olan kartalı boğazından yakaladı. Kafasını taşa iki kere sertçe vurduktan sonra karaciğerini yemeye başladı.
İntikamını alan Prometheus, ayağa kalkmaya çalışırken biraz ileride Herakles'in beklediğini fark etti.
-V.Ş.
Sisyphus: Yeraltı Dünyasında sonsuza kadar büyük bir kayayı bir tepenin en yüksek noktasına dek yuvarlamaya mahkûm edilmiş bir kraldır.
Tantalus: Tanrılar onu çenesine kadar su dolu yerde bulunmaya ama bundan asla içememe ile cezalandırırlar. Su içmeye her kalktığında su çekilir ve sadece üzerine bastığı zemin kalır. Ayrıca başının üzerinde binbir çeşit meyve asılıdır, ama yaşlı adam bunlara elini atar atmaz yel dalları kaçırarak meyveleri ondan uzaklaştırır.
Phoebe, Themis, Theia ve Mnemosyne için de Tanrılar - Titanlar Savaşı'nda Olimposlu Tanrılar'a karşı savaşan titanlar
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder